Gastronomiİnceleme

Slow Food: Yavaşlamamızı Hatırlatan Bir Akım Daha

Endüstri Devrimi ile batıda başlamış olan hızlı toplum anlayışı, günümüzde tüm dünyayı etkisi altına almış durumda. Konumuz slow food ancak şüphesiz hepimiz fast-food kavramına daha çok aşinayız. Hazır yemek, ayaküstü yemek, hızlı yemek gibi çevrilebilir Türkçe’ye fast-food. Ülkemizde seksenli yılların sonunda açılmaya başlayan zincir restoranlar sayesinde, gitgide hıza endeksli bir toplum olmaktayken biz de hamburger, patates kızartması, pizza, tavuk/balık parçaları ve çeşitli sandviç çeşitleri tüketmeye başladık çabucak, zira bu yiyecek türleri hızlı hazırlanıyor, hızlı servis ediliyor ve hızlı tüketiliyordu. Önce Avrupa’da, hemen ardından Amerika’da 1900’lü yılların başında üretilmeye ve bu şekilde anılmaya başlanmış bir yemek yeme şeklinden bahsediyoruz. 

Hızlı üretilen ve hızlı tüketilen bu yiyeceklerin en popülerlerinin içinde ekmek ve çeşitli et ürünleri bulunuyor diyebiliriz. Fast food lokantalarında sulu yemek bulamayız ve genelde menüler sindirilmeleri zor ürünlerin birleşimlerinden oluşuyorlar. Çoğu yüksek ısı yağda kızartılarak hazırlanıyor, bolca tuz ve şeker içeriyor, çoğu katkı maddeleri içeriyor. Belki tam da bu sebeplerle çok lezzetli oluyorlar, bir yiyen bir daha yemek istiyor ve fazla tüketiminin obezite, kalp damar hastalıkları, yüksek tansiyon, bölgesel yağlanma gibi riskler içerdiği artık araştırmalarca kanıtlanmış durumda. Yine pek çok fast food yiyeceğin besin değeri düşük, kalori oranı yüksek ve tüm sıkıntıyı da bu yiyeceklerin fazla tüketilmesi sonucu bedende kalori fazlalığı oluşması yaratıyor zaten. Hızla ulaşılan bu aşırı lezzetli yiyecekleri tüketirken doğal besinlerden gitgide uzaklaşıyor insan evladı. Gitgide globalleşen dünyada sistem fast food’u toplumlara adeta dayatmış vaziyette. Evlerimizde sakin sakin ev yemekleri pişirmeye, sofralar hazırlayıp uzun uzun yemekler yemeye, sohbetler etmeye vaktimiz yok. Öğlen arasında, iki toplantı arası çabucak veya eve yorgun argın gelmişken hızlı siparişler sonucu on dakikada doyuyoruz. Amaç, zevk alarak hızlıca doymak. İnsanlar tükettikleri gıdaya, o gıdanın üretildiği doğaya yabancılaşmış durumda. Ekosistem açısından büyük tehlike barındıran uygulamalara karşı ne yazık ki bilinçsiz ve duyarsızız. 

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) dahil Birleşmiş Milletler’e (BM) bağlı 5 ajansın ortak raporuna göre, dünya genelinde her 11 kişiden biri açlık çekiyorken öte yandan sürekli üretim ve israf söz konusu. Fast food zincir restoranlarında yer alması gereken ürünlerin sürekli olarak üretilebilmesi için acımasızca ormanlar katlediliyor ve tek tip üretim yapan çiftlikler açılıyor. Ürünler dayanıklı olsun diye çoğunun içine ne olduklarını bilmediğimiz kimyasallar katılıyor. 

İçinde bulunduğumuz sistem ne yazık ki fast food’un zararlarını fark eden ve farklı bir yol çizmek isteyenleri de çok yüksek fiyatlara ürünlerin satıldığı organik pazarlara, yani yine kendi sistemine çekmekte.

Peki Slow Food Nedir?

Slow Food

Çizmiş olduğumuz bu kapkaranlık tabloya bir umut ışığı yakmaktadır Slow Food akımı. Türkçe’ye Yavaş Yemek olarak çevrilebilir Slow Food. Aslında çok yeni sayılmaz; seksenli yılların sonunda İtalyan bir aktivist tarafından başlatılan uluslararası bir akım, bir hareket bu. Fast Food’a alternatif oluşturmayı hedefliyor ve diyor ki; birlikte öyle çalışalım ki, geleneksel, yerel yeme alışkanlıklarımızı koruyalım. İtalyan aktivist ve aynı zamanda yazar olan Carlo Petrini, herkesin iyi, temiz ve adil yemeğe ulaşım hakkı olmalıdır, diyor. Ne demek iyi, temiz ve adil yemek? Lezzetli, yüksek kaliteli, doğal şekilde üretilmiş ve hem üreticiyi hem tüketiciyi mutlu edecek bir fiyatlandırma ile sunulan, herkes tarafından ulaşılabilir olan, sağlıklı yemekler…

1989 yılında Paris’te 15 ülkeden delegelerin imzalanmasıyla uluslararası statü kazanmış olan ve kar amacı gütmeyen bu akım, bir sivil toplum kuruluşuna dönüşmüş durumda.

Slow food, insanı ve doğayı merkezine alarak biyoçeşitliliği korumayı, çevre duyarlığını artırmayı, toplumları yedikleri yemekler hakkında bilgilendirmeyi hedef almış. Bu hareketi üç temel üstüne kurmuşlar: ziraat, ekoloji ve kültürel mirasın korunması.

Slow food akımı, gastronominin tarımla, politikayla, tarihle, sosyal ve ekolojik sorunlarla bağlantılı olduğuna inanmakta. Bu akımı yaygınlaştırmak ve pratiğe dökmek için pek çok proje geliştirmekteler. Slow Food Hareketi’nin öncüsü Carlo Petrini 2004 yılında İtalya’da Gastronomi Bilimleri Üniversitesi kurmuş. Bu üniversiteyi de slow food hareketinin en önemli parçası kılmış. Bu okul, kültür ve yiyecek arasındaki organik ilişkilere odaklanan tek üniversite olarak ünlenmiş.

Türkiye’deki Yansıma

Uluslararası çapta böyle umut verici bir organizasyon varken, biz bundan feyz alan bireyler olarak kendi ülkemizde, kendi şehrimizde hatta mahallemizde neler yapabiliriz? Dışarıdan ürün tüketmemek, içinde bulunduğunuz mevsime göre sebze meyve tüketmek, evde kendi yemeğimizi pişirmek, tükettiğimiz besinlerin nereden geldiğini ve nasıl yetiştirildiğini öğrenmek mümkün. 

Bunun yanı sıra, kendi köyümüz, kasabamız, mahallemiz, ilçemiz için işi ciddiye bindirerek, slow food organizasyonu ile iletişime geçerek onlara katılmamız da mümkün.

Ülkemizde böyle profesyonel adımlar atılmaya başlanmış bile. Çeşme ilçesine bağlı Germiyan mahallesi, 2015 yılında Çeşme Rotary kulübünün çalışmalarıyla Türkiye’nin ilk slow food köyü olarak seçilmiş ve o yıldan beri düzenli olarak iyi-temiz-adil gıda çerçevesinde yerel ve doğal ürünlerin yaşatılmasının hedeflendiği Germiyan Festivali yapılmakta. Bu festivalde yerel halkın yapmış olduğu Germiyan Ekmeği, Kopanisti Peyniri, Hurma Zeytini gibi yerel ürünler satılıp tanıtılmakta. Ayrıca festivalde söyleşiler ve belgesel gösterimleri düzenlenmekte, ekmek yarışması, Germiyana özgü yiyeceklerin atölyelerde üretimi ve bunun gibi yerel etkinlikler geliştirilmekte.

Bir diğer umut verici haber de İzmir’den. Slow Food International tarafından 2004 senesinden itibaren yürütülen Terra Madre (Toprak Ana) projesine 2022 yılında İzmir ev sahipliği yapmıştı ve bu etkinlik Terra Madre Anadolu ismiyle gerçekleşti. Terra Madre; küçük ölçekli çiftçileri, hayvan yetiştiricilerini, gıda zanaatkârlarını, akademisyenleri, aşçıları, tüketicileri ve gençlik gruplarını kapsamakta.

Ayrıca Türkiye’de altısı İstanbul’da olmak üzere, Ankara, Antalya, Aydın, Gaziantep, Gökçeada, İzmir, Çanakkale, Balıkesir, Rize, Şanlıurfa, Batman, Kastamonu, Muğla ve Kırklareli’de 24 yerel topluluk slow food hareketine bağlı bir şekilde faaliyetlerini sürdürüyor.

Ülkemizde, slow food kapsamındaki Nuh’un Ambarı (Ark of Taste) adlı uluslararası projeye kayıtlı 79 çeşit ürün bulunuyor ve bu da gerçekten ülkemiz adına umut verici. Yine Türkiye’de Divli obruk peyniri, Boğatepe gravyeri ve Kastamonu siyez bulguru olmak üzere üç adet “presidia” bulunuyor. Presidia ise yok olma tehlikesi bulunan yerel gıda ürünlerinin tariflerinin kaybolmaması ve nesli tükenmekte olan hayvan ırklarının korunması amacıyla kurulmuş bir başka slow food projesi.

Bu projeleri incelemek ve kendi yerel değerlerimiz çerçevesinde yavaş yeme kültürüne katkı sağlayarak uluslararası bir çemberin parçası olmak, bu hareketi genişletmek mümkün.

Melis Zararsız

Bir yorum gönderin

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir