Varoluşçuluk ve Absürdizm: Anlam Arayışının Farklı Yüzleri
Varoluşçuluk ve absürdizm, modern felsefenin en etkili akımları arasında yer almaktadır. Bu iki akım, insanların anlam arayışını ve yaşamın özünü sorgularken benzer ancak bir o kadar da farklı yaklaşımlar sunar.
Varoluşçuluk Akımının Düşünce Yapısı
Varoluşçular, dünyanın doğası gereği nesnel bir anlamı olmadığına, ancak özgür irade, farkındalık ve kişilik sorumluluğunun birleşimi yoluyla kendi öznel anlamımızı yaratabileceğimize inanırlar. Sartre’ın varoluşçuluğunun temeli, “Varoluş özden önce gelir.” ifadesidir ki bu ifade, insan olmanın ne anlama geldiğine dair genel bir açıklamanın verilemeyeceği ve bu anlamın yalnızca varoluşun kendisi aracılığıyla kararlaştırılabileceği ve inşa edilebileceği anlamına gelir.
Anlamdan önce varoluş vardır. İnsan, önce dünyaya gelir ve varolur, anlam sonrasında gelir.
İnsanlar olarak insan olmanın anlamını adlandırmada sınırsız bir özgürlüğe sahibizdir ve günün sonunda yarattığımız anlamdan da sadece bizler sorumluyuzdur. Bu sorumluluk, hayatı tutarlı bir şekilde muhakeme edebilmemiz için de aslında Sartre’a göre zorunlu bir sorumluluktur.
Sartre, bu durumu biraz da depresif bir tavırla, “İnsan özgürlüğe mahkumdur.” sözüyle vurgular.
Varoluşçulukta Kötü İnanç

Sartre’a göre eğer özgürlüğü tercih etmez ve herhangi bir anlam arayışında bulunmazsak, bu “kötü inanç” ile yaşadığımız anlamına gelir.
Kötü inanç Sartre’a göre dehşet vericidir.
Bu dehşet vericiliği bir garson örneğiyle açıklar. Verdiği örnekteki garson, işine oldukça bağlanmış ve kendisinin sadece bir garson olduğunu kanıksamış biridir ve hayatta başka bir yerlere gelebileceğine inanmaz, böyle bir arayışı da yoktur.
Sartre’a göre garsonun özgürlüğünü ve hayatın ona sunduklarını reddetmesi, diğer bir deyişle kötü inanç hali, anlamsızlığın yarattığı buhran karşısında alınabilecek en kötü pozisyondur.
Sartre’a göre kişi özgürdür ve kişi sadece özgürlüğe ve “otantik”, yani özgün anlamlara kucak açtığı doğrultuda iyi bir yaşam potansiyelinin kapısını aralar.
Absürdizm Akımının Düşünce Yapısı

Absürdizm, varoluşçuluk ile yakından ilişkili olmasına rağmen, insanın anlam arayışının absürtlüğünü vurgulayan bir felsefi akımdır.
Absürdizme göre insanların hayatta anlam araması doğaldır. Ancak bu arayışa giriştiğimizde ve evrenin gerçekten soğuk, kaotik ve herhangi bir anlamdan tamamen yoksun olduğunu keşfettiğimizde çatışma ortaya çıkar. Absürdizmin kurucusu Albert Camus’nun “absürt” dediği şey, zihnimizin anlam arayışı ile doğanın gerçekliği arasındaki bu çelişkidir.
Absürdizme göre ne yazık ki bu çatışmayı kabullenmek dışında bir çaremiz yoktur. Nitekim, bu kabulleniş aşamasında birkaç yoldan söz edebilmemiz mümkündür.
Birincisi intihardır ki Camus’ye göre bu hiç de iyi bir fikir değildir. İntihar, absürt olanı daha da absürt hale getirir ve başlangıçta bir tür mucize olan hayatınızı boş yere sona erdirir.
İkincisi, tabiri caizse gözü karartmaktır. Temel olarak, Camus’nun “felsefi intihar” olarak adlandırdığı şeyi yapabilir ve hayatımıza anlam veren daha yüksek bir gücün, başka bir deyişle Tanrı’nın var olduğuna inanabiliriz. Dayatılan ahlaki inanç kurallarını kabul ederek, gerçekten inandığımız ve derinden istediğimiz şeyleri bastıracağımız aşikardır. Bu baskı hali otantik halimizi reddetme ihtimalini elbet taşır, nitekim bu bütünlüklü inanma hali, çatışmayı kökten çözebilir.
Son olarak üçüncü bir seçenek mümkündür: Absürt olanı kucaklayabilir ve gerçekten özgür irade sahibi olduğumuzun farkına varabiliriz. Buradan itibaren istediğimiz her şeyin peşinden gitmekte ve hayatın sunduğu şeyleri benimsemeye çalışmakta özgürüz.
Camus, üçüncü seçenekle beraber bu çatışmanın artık çözümlenmeye dahi bir ihtiyacı kalmayacağını, diğer bir deyişle mesele olmayacağı, hatta bu durumun sanılanın aksine gayet keyif alınası bir hale dönüşebileceğini savunur. Camus’ya göre bu kabulleniş boyun eğmekten ziyade, tam olarak bir başkaldırı ve isyan halidir.
Dolayısıyla bu felsefelerin her ikisi de absürt gibi görünen şeylerle yüzleşmek ve yaşamda kendi anlamımızı yaratmaktan sorumlu olmakla ilgilidir. Hatta kimi akademisyenler Camus’u varoluşçu bir filozof olarak görür.
Varoluşçuluk ve Absürdizmin Karşılaştırılması

Absürdizm, Varoluşçuluk gibi kişinin hayatındaki anlamın değeri üzerine kurulu değildir. Sartre’a göre anlamı inşa etmek ontolojikti; o senin özün ve varlığındı. Artı, anlam arayışının kendi içinde anlamı olabilir.
Absürdistler için anlam daha geçicidir ve bu anlam her zaman ölümle geçersiz kılınır. Sonuçta absürdistler için, evren tam olarak kavrayamadığımız absürt bir yer olduğundan, inşa ettiğimiz her anlam, öyle ya da böyle, anlamsızdır. Yaratılmış anlamın peşinde koşmak varoluşçuluk ile mümkündür ve onun hedefi de budur. Absürdistler için anlam mümkün olabilir, ancak zaten muhtemelen insan olma deneyiminin bütünüyle bir ilgisi yoktur.
Varoluşçuluğun amacı kişinin kendi özünü yaratmasıyken, absürdizm hayattaki absürt veya anlamsız olanı kucaklamak ve aynı zamanda ona isyan etmek ve hayatın bize sunabileceklerini kucaklamakla ilgilidir. Evet, absürtün mücadelesi ve kaosu içinde biraz neşe bulunabilir, nitekim sonuçta her şey yok olacaktır ve bu kaçınılmazdır.
Ayrıca varoluşçular özgür iradeye ve özgürlüğün peşinden gitme görevimiz olduğuna inanırken absürdistler özgür irade kavramına o kadar da bağlı değildir. İnsanların absürtün psikolojik gerilimine meydan okuyarak ve ona rağmen yaşamak için ellerinden geleni yapmaları gerektiğine inanırlar.
Yani her iki yapı da benzer olsa da Camus’nun nasıl varoluşçu kalabalıktan sıyrılıp kendi yoluna gittiğini, hayatın nasıl yaşanacağına ve gerçekliğin ne olduğuna dair benzersiz fikirlere nasıl ulaştığını gözlemleyebilmemiz mümkündür.