Bir Salyangozun Anıları / Memoir of a Snail Bu Cuma Vizyonda!
6 Aralık haftası ülkemizde vizyona giriyor olan sinema filmlerinden biri de Avustralya yapımı Bir Salyangozun Anıları. Adam Elliot imzalı yapım, stop motion tekniğiyle çekilmiş bir film.
Filme geçmeden önce, stop motion tekniği nedir, biraz bahsetmek iyi olur. Ciddi bir dille, teknik bilgilerle anlatmadan önce, “deliliktir” demek isterim, bu animasyon tekniğinde öyle bir emek ve çaba vardır ki, başından sonuna kadar inanarak bu projeleri tamamlayabilmek için bir miktar delilik gerekiyor diye düşünüyorum şahsen.

Animasyon ve Stop Motion
Birden çok resmin arka arkaya hızlı bir şekilde gösterilmesiyle elde edilen görüntüye animasyon diyoruz. İlk animasyonlar birkaç kâğıda resimlerin çizilmesi ve kâğıtların hızlıca geçirilmesi (flipbook) tekniğiyle oluşmuş. Somut bir imgeye hareket vermek fikrinden başlayarak aslında 1800’lü yılların sonunda ilk hareketli imaj denemeleri yapılıyor. llk stop motion kısa animasyon ise 1898 yılında hazırlanıyor: “The Humpty Dumpty Circus”. 1916’da yeni bir malzeme ile tanışıyor stop motion dünyası: Kil. Kilden bebekler yaparak, onlara hareket vererek denemeler yapılıyor. Yine kukla bebeklerle de benzer denemeler çekiliyor. Stop motion tarihini büyük ölçüde etkileyen isimlerden biri Willis O’Brien: 1933 yapımı efsane “King Kong” filmi 3D bir stop motion örneğiydi. Günümüze doğru gelecek olursak 1982 tarihli stop motion kısa film “Vincent”ı tabii ki usta yönetmen Tim Burton çekiyor. 1993 yılında ise çılgın yönetmenimiz “The Nightmare Before Christmas” ile sinema tarihindeki ilk uzun metraj stop motion filmi çekmiş oluyor.
Stop motion, seçilen somut imgenin kamera karşısında adım adım hareket ettirilmesiyle oluşuyor. Objeleri minik minik hareket ettirirken fotoğraflıyorlar. Ne kadar minik hareketler fotoğraflanabilirse, filmdeki yumuşak geçişler o kadar iyi oluyor. Her bir saniyenin 15-24 kareden oluştuğunu düşünürsek, bir dakika için bile saatlerin harcandığını hesaplayabiliriz. Karakterleri modelleme, storyboard oluşturma, sahneleri yaratma aşamalarından bahsetmiyorum bile. İşte delilik diye ben buna derim!

Yönetmen Koltuğunda Adam Elliot
1972 doğumlu Avustralyalı yönetmen Adam Elliot, 1990’lı yılların ortalarına doğru Victoria Sanat Üniversitesi Film ve TV bölümünden ilk stop-motion kısa animasyonu “Uncle” (1996) ile mezun oluyor. Bu film; 2000 yılında yine kısa stop motion “Brother” (2000) ile tamamladığı aile üçlemesinin ilki ve filmografisinin başlangıcı oluyor. Elliot’un tüm filmografisi kil ile ürettiği stop motion filmlerden oluşuyor. Uncle’dan en iyi kısa animasyon Oscar’ı kazandığı “Harvie Krumpet”e (2003) kadar kendi ailesinin hikayesinin etrafında dönüp durduğunu söyleyen Elliot, 2009 yılında çektiği “Mary and Max” adlı ilk uzun metraj stop motion’ını çekmiş oluyor ve bu yapımla tüm sinemaseverleri büyülüyor. Çekimleri 13 ay süren filmin yapım süresi toplamda 5 yıl imiş! Hedef kitlesi çocuklardan çok yetişkinler olan bu film, yalnızlık temasını işliyor ve aslında depresif bir tona sahip, ancak mizahi yönleri de çok fazla. Mary and Max şu anda IMDb’de tüm zamanların en yüksek puan alan 250 filminden biri olarak yer alıyor. Şahsen benim de “en sevdiğim filmler” listemde önemli bir yerde duruyor. 2015 yılında 20 dakikalık bir stop motion ile karşımıza çıkıyor Adam Elliot: “Ernie Biscuit”. Oscar ödüllü Harvie Krumpet ile benzeşen bu film, yine hem komedi hem de trajik unsurlar içeren acı-tatlı bir biyografi. Ernie Biscuit de 5. AACTA Ödülleri’nde En İyi Kısa Animasyon ödülünü kazanıyor.
Tam 15 Yıl Sonra İkinci Uzun Metraj: Bir Salyangozun Anıları
Elliot’ın tamamını 1970’lerin kahverengi tonlarında çektiği, Melbourne, Perth ve Canberra’da geçen yeni filmi “Bir Salyangozun Anıları” ise ilk uzun metraj filmi Mary&Max’ten tam 15 yıl sonra geliyor. Yönetmen filmin tüm yapımının 8 yıl sürdüğünü ifade ediyor. Hikaye, filmografisine bakılırsa “tipik” diyebileceğimiz derecede yüksek bir “ölü” sayısına sahip. “Tuhaf ölümler beni gerçekten büyülüyor” diyor yönetmen bir röportajında. “Yani, buna gülmemeliyim ama ne yapayım, komik ölümleri seviyorum.” diyor ve bu komik ölümlerden son filmine de bol bol serpiştiriyor.
Hikayemizin kahramanı Grace Pudel (Succession’dan tanıdığımız Sarah Snook tarafından seslendiriliyor) , 1970’lerin Melbourne’unda, annesinin onu ve ikiz kardeşi Gilbert’i (Kodi Smit-McPhee) doğururken ölmesiyle başlayan, acımasız ve zor bir hayatın utangaç ve içine kapanık bir çocuk hale getirdiği, annesi gibi salyangozları çok seven bir istifçi. Grace aynı zamanda yarık bir damakla doğuyor ve yine bir röportajında öğreniyoruz ki Elliot, çocukken yarık damağından dolayı yüzleşmek zorunda kaldığı acımasız zorbalığın üstesinden nefis bir “aykırı” insan olarak gelen arkadaşından esinlenmiş.

Bu arada, şunu belirtelim; “Bir Salyangozun Anıları” aslında Grace’in anıları. Grace’i, korkularıyla yarattığı kabukların içine hapsolmuş bir salyangoza benzetiyor muhtemelen Elliot. Üzerindeki çıkıntıların ucunda iki küçük göz bulunan örgü bir bere takan Grace ile, ölüm döşeğinde inleyen tel saçlı, kil suratlı bir kadının yatağının yanında tanışıyoruz. Bu kadının adı Pinky (Jacki Weaver seslendiriyor). Kısa bir süre sonra Grace, Pinky’nin küllerini bahçeye getiriyor, ardından bir banka oturuyor ve bir kavanoz dolusu salyangozu serbest bırakıyor. İçlerinden biri, Sylvia, Grace’in her zaman favorisi olmuş salyangozu. Grace, Sylvia’ya “artık özgürsün” diyor ve Sylvia salyangozluğuna yaraşır bir yavaşlıkta ilerlerken Grace ona hayat hikâyesini anlatacak zamanı buluyor, ve böylelikle, bize de… Dinlemeye başladığımız bu hayat hikâyesi ölümlerle ve acılarla dolu: Grace ve Gilbert’ın salyangoz aşığı olan anneleri ve kendini alkole veren babaları ölüyor. Birbirlerine çok bağlı olan ikiz kardeşler ayrı ayrı koruyucu ailelere gönderiliyorlar – Grace, Canberra’da hafta sonlarını çılgın partilerde geçiren ihmalkar ama görece iyi bir çifte, Gilbert ise Avustralya’nın batısında dindar elma çiftçilerinden oluşan acımasız bir aileye…
Grace ergenliğe ve ardından yetişkinliğe adım atarken başına çok sayıda kötü şey geliyor. Bir istifçi olmayı, saçma bir adamla evlenmeyi ve ne mutlu ki, arkadaşı ve akıl hocası olacak tuhaf, yaşlı bir kadın olan Pinky ile tanışmayı ve sonra onu da kaybetmeyi içeren yaşamı boyunca yavaş yavaş içine kapanıyor. Odasında istiflediği salyangozlu eşyalar ona kendini güvende hissettiriyor.
“Bir Salyangozun Anıları”, zor kazanılmış yaşam deneyimlerinden yola çıkarak, kaybetmiş, yenilmiş hissedenlere önce bir ayna, sonra da içten bir öğüt gibi. Bu acıklı hikaye iyi ki stop motion animasyon şeklinde perdeye yansıyor, böylelikle karakterlerin özellikleri, zaafları abartılı bir şekilde işleniyor ve en önemlisi, hikayenin kasvetli komedisi, bu karikatürize figürlerin çılgın saçları, iri dişleri ve sarkık kilden yüzleriyle komikleşiyor. Hem gülüyor, hem hüzünleniyoruz aynı anda. Tıpkı Mary&Max’de ve yönetmenin kısalarında da olduğu gibi.
Elliot’ın yarattığı dünya o kadar garip bir şekilde güzel ki, sesini kısıp sadece o dünyayı izlesek bile severiz. Ve ne mutlu ki, filmin sonu, akış boyunca yer yer bizi daraltabilecek karanlık tonları telafi edecek güzellikte düşünülmüş. Elliot bu film için tam 1600 adet storyboard paneli oluşturmuş. Grace’in istif odasında 3000 adet el yapımı süs salyangozu varmış. Su görüntüsü gerektiğinde kayganlaştırıcı jel kullanmışlar. Özel efektlerde asla CGI ya da yapay zeka kullanılmamış, her şey el yapımı imiş. Film tam 135 bin fotoğrafın birleşiminden oluşuyormuş. Kil, tel, kağıt ve boyadan başka çok da malzeme kullanılmamış. Filmin sonunda jenerik akarken: bu film, insanlar tarafından yapılmıştır yazıyordu…

Filmde yer yer büyük laflar, ders niteliğinde nutuklar da yok değil. Ancak çok da kör gözüm parmağına olmamış, hikayenin içine dengeli bir şekilde yedirilmiş. Film bize korkularımızdan, kendimizi içine hapsettiğimiz kabuklardan kurtulmayı salık veren cümlelerle dolu. Mesela filozof Kierkegaard’dan aşina olduğumuz bir cümle filme damgasını vuruyor: Hayat geriye doğru bakarak anlaşılır ama ileriye doğru giderek yaşanır.
Filmden aklımda kalan ve beni etkileyen birkaç cümle daha:
“Babam çocukluğun sarhoş olmak gibi olduğunu söylerdi: Sen hariç herkes ne yaptığını hatırlar.”
“İkiz kardeşimin sık sık üzgün olduğunu hatırlıyorum. Sanki hep anlatmak istediği bir sırrı var gibiydi. Holden Caulfield, James Dean ve Charlie Brown; hepsi aynı kişide toplanmış gibiydi.”
“Salyangozlar bıraktıkları izlerin üzerinden asla geri dönmezler, her zaman ileriye doğru hareket ederler….”
Adam Elliot sadece 94 dakika içerisinde, yine sıradan gibi görünen özgün karakterlerle tanıştırıyor bizi. Yine mizahla melankoliyi birleştiriyor. Yine toplumun dışladığı bireylerin hikayesini anlatıyor. Ana akım animasyonlardan sıyrılarak kendi özgün sinemasını yaratan Adam Elliot ne üretse izleyelim diyor ve haftasonu itibariyle bu özel filmi seyretmek için hepinizi salonlara davet ediyoruz.
Melis Zararsız