Demirden Pamuğa, Fikirden Sanata: Defne Parman ile Söyleşi
Fransa’da heykel, tiyatro ve kostüm tasarım eğitimleri aldıktan sonra sanat üretimlerinin çoğunu İstanbul’da devam ettirmekte olan sanatçı Defne Parman ile Nişantaşı’ndaki atölyesinde buluştuk ve sorularımızı yönelttik.
Bugün sanatçı Defne Parman’ın atölyesindeyiz. Defne, bize zaman ayırdığın için sana teşekkür ederiz. Öncelikle henüz yolu seninle ve işlerinle kesişmemiş sanatseverler için bize kendini tanıtır mısın, kimdir Defne Parman?
Ben teşekkür ederim bizlere zaman ayırdığınız için. Ben Defne Parman. Sanatçıyım, sana yönetmeniyim. Üretimimi çoğunlukla İstanbul’da yapıyorum ve birkaç senedir bu atölyedeyim. Paris Güzel Sanatlar Fakültesi Heykel bölümünden mezunum. Heykel bölümünde malzeme seçilir, ben de o dönemde metal malzemesini seçmiştim. Her gün atölyede üç boyutlu çalışmalar yapıyordum. Üç boyutlu nedir, ne değildir, nasıl üretilmelidir, hem teknik olarak hem de içerik olarak bunları çalışıyordum. Aynı dönemde, o zamanın, o yaşın verdiği tutku ve keşfetme arzusu ile tiyatro eğitimlerine de başladım. Akşam derslerine gidiyordum. “Course Florent” adlı başka bir okuldu bu. Aslında oyuncu olmak için değildi bu derslere gidişim, atölyede nasıl ellerimi kullanıyorsam, 3 boyutlu çalışıyorsam, o malzemeyi işliyorsam, tiyatro eğitimi ile de bedenimi bir enstrüman gibi kullanıp öteki ile, karşımdakiyle ya da birkaç kişiyle bir metin doğrultusunda çalışmayı öğrenmek istedim. Tabii eğitim Fransızca idi ve bu da çok değişikti. Bu arada Paris doğumluyum, sonrasında Türkiye’ye dönünce de hep Fransız okullarında okudum, dolayısıyla Fransızca eğitim benim için bir handikap değildi ama yine de her dilin kendine göre bir nüansı olduğu için, dil ve metin üzerinden çalışmak da benim için keyifli bir sürece dönüştü. Bu iki tutkuyu, bu iki alanı nasıl birleştirebilirim diye düşünerek dekor kostüm okumaya karar verdim. Paris Sorbonne’da okudum. 2-3 sene Paris’te, Brüksel’de, Londra’da, İstanbul’da gezdim ve farklı projelerde bazen tasarımcı olarak, bazen tasarımcının asistanı olarak, bazen reji asistanı olarak hep tiyatro ekipleriyle çalıştım. Pandemi girdi araya ve hayat durunca ben de üretimime evde devam ettim. 2020’den beri çeşitli üretimler yapıyorum. Bu iki kariyeri birlikte devam ettirmeye çalışıyorum.

Sanatın farklı dallarına dair çeşitli eğitimler almış ve farklı dallarında profesyonelleşmiş, multidisipliner çalışan bir sanatçısın. Sergi organizasyonundan, dekor kostüme, sanat yönetmenliğinden sahne amirliğine, video art’tan, aksesuar yapımına, heykel sanatına… Pek çok sergide işlerin de yer aldı ve orada gazete kağıdı üzerine dikiş, kumaş üzeri füzen, sargı bezi üzerine yaprak şeklinde belki kolaj diyebileceğimiz, yerleştirme diyebileceğimiz çok farklı ve “özgür, biricik” çalışmaların var. Bu üretimlerin, bu çalışmaların arasında senin kendini en yakın hissettiğin ve daha çok ürettiğin, üreteceğini hissettiğin sanat şekli var mıdır, varsa hangisidir?
Aslında ben fikir üzerinden ilerliyorum. Önce bir fikir oluşuyor kafamda, o fikir bana hangi malzemeyle çalışırsam bunu daha doğru ifade edebileceğimi söylüyor. Heykel mezunuyum, metalle çalıştım ama bu sıralar pamukla çalışıyorum mesela. Tam ters bir malzeme. Çünkü üzerinde çalıştığım ve bahsetmek istediğim meseleleri en doğru aksettirecek malzeme şu anda pamuk. Dolayısıyla daha çok fikir üretip o fikirler doğrultusunda farklı malzemelerle çalışmaya devam edeceğim.

“Orantısız” Kumaş üzeri dikiş ve füzen ile çalışma, 94 x 116 cm, 2022
Sanatın farklı dallarında eserler üretmek bir yana, sanata dair daha dışardan bir bakışı da gerektireceğini düşündüğüm sanat yönetmenliği deneyimin de var. Üreten bir sanatçı olarak aynı zamanda başka projelerde sanat yönetmenliği yapmak nasıl bir deneyim sence? Bu iki birbirinden farklı yerde duruşu nasıl anlatırsın bizlere?
İkisi de çok farklı gerçekten. Sanatçı olarak bir atölyede kapanıp tek başına üretmekle bir ekibin parçası olmak… Biri çok yalnız, diğeri bir o kadar kalabalık. Tabii ki yine de paralellik var. Sanat yönetmenliğinde her bir kreatif insan; ışık tasarımcısı, kostüm tasarımcısı, yönetmeni, oyuncusu herkesin kendi alanında ortaya çıkarmak istediği bir şey var ve hepimiz aynı amaç için oradayız. Bu dinamik içerisinde çalışmak çok zor ama çok da yaratıcı, diğer yaratıcılıklara da şahit oluyor ve hatta onlara göre biz de sanatımızı şekillendiriyoruz, tek başımıza karar veremeyiz orada herhangi bir şeye. Diğer taraf derya deniz, oradaki o özgürlük çok güzel ama çok da korkutucu, kararları sadece sen veriyorsun, doğru karar mı veriyorsun çok emin değilsin bazen. Bu iki taraf da beni çok besliyor aslında hem dinamik ve hızlı, hem durağan ve özgür…

“Pansuman” duvar yerleştirmesi, 27 parça, gazete üzerine sargı bezi ile müdahale “Parça Parça” sergisi
Seni ve sanatını başka neler besliyor? Edebiyattan, müzikten, fotoğraftan, ya da şehirden, gezmekten, bunu çok geniş düşünebilirsin, gündelik hayattan nelerin sana ilham verdiğini fark ediyorsun?
Her şey. Hayat. Bir toplum içinde yaşıyoruz, kapıdan çıktığımız anda olan biten bir şeylerle karşılaşıyor ve etkileniyoruz. Ama bunların içinden bir hikaye yazmak mesele. Büyük felaketlerden sonra ilginç bir şekilde doğumlar artıyor. Çünkü insanlar hayatta kalmak için çözüm üretmek ve yaratmak zorundalar. Ben de kendimi bu paternin içerisinde görüyorum. Algılarım çok açık ve hissetmeme izin veriyorum, bu hislerimin farkında olmak, fikir bulmak ve onun peşinden gitmek üzerine gidiyorum. Elbette değişik şeyler okuyorum, bazen çok entelektüel, bazen de hiç entelektüel olmayan şeyler izliyor ya da okuyorum. Bunlar algıların açıklığı ile alakalı, düşünmek, düşünmeye izin vermekle alakalı bence.

“Döngü” Kumaş üzeri dikiş ve füzen ile çalışma, 89 x 140 cm, 2023
Çalışmalarında yas, döngü, parçalar, bütünler, orantısızlık gibi başlıklar öne çıkıyor ve ayrıca gazete kupürlerini de kattığın çalışmalarında kadın cinayetleri başta olmak üzere içinden geçtiğimiz toplumsal sorunları da ele aldığını görüyoruz. Bu bağlamda sanatın yaşamdan kopuk bir deneyim olmadığını, bilakis yaşamdan türetilen ve olan bitene yeni bir bakış açısı getiren bir disiplin olduğunu çalışmalarınla da görebildiğimiz için seni kutlamak isteriz. Sen bu konuda neler düşünüyorsun ve toplumsal olayların sanatına yansımaları süreçleri nasıl gerçekleşiyor?
Demin dediğim gibi, içinden geçtiğimiz toplumsal olaylardan etkilenmemek, empati kurmamak mümkün değil ve ben mücadele yöntemi olarak sanatı görüyorum. Sanatın politik olmaktan başka bir çaresi yok. Gazete kupürleri tam da demin dediğim gibi aslında bir fikrin beni malzemeye yönlendiriyor olmasına güzel bir örnek. Pandemi döneminde ürettiğim işlerdi onlar. Dışarıyla tek bağımız gazetelerdi, o yüzden hem onu bir malzeme olarak kullandım hem de o gazetelerle birlikte haberle olan ilişkimiz, haberin doğruluğu yanlışlığı ile ilgili bir seriydi. Pansuman serisi adıyla bir iş çıktı oradan 27 parçadan oluşan. Geçen sene Merdiven Art Space’de bir enstalasyon olarak bu işi sergileme fırsatım oldu. Toplumumuzda büyük mücadeleler olduğu için bir sanatçıyı besleyen de çok şey oluyor.

Bugün atölyendeyiz, bu atölyenin hikayesini de öğrenmek isteriz, ne zamandan beri buradasın ve bu atölyede neler oluyor?
Bu atölye 2021’den beri benim. Pandemi bana çok yaradı gerçekten. Setler, sinema, tiyatro durunca ben de kapanıp ürettim. Ama buraya sahip olduktan sonra, önce online dersler vermeye başladım. Suluboya dersleri vermeye başladım. Aslında kullandığım bir teknik değil ama suluboya hem daha rahat bir kullanım sağlıyor hem o zamanlar en çok ihtiyacımız olan o akışkanlık bana iyi geldi. Burası aslında önce ders verdiğim bir yer oldu. Bir-iki sene workshoplar düzenledim burada, Fransızca dersler verdim. Öğretmenlik yanımı da keşfetmiş oldum burada. Bu da bana bir farkındalık kattı çünkü resim çizerken hiçbir şey düşünmeden, bilmeden çiziyorsunuz ama hiç bilmeyen birine sıfırdan öğretirken neyi neden yaptığımı ben de anlamış oldum. Burası birkaç sene boyunca hem ürettiğim hem ders verdiğim bir yer oldu. Şimdi dersler azaldı, şu an benim çalışma alanım, daha çok üretmek istiyorum.
Türkiye dahil dünyada pek çok şehirde gezmiş, yaşamış bir sanatçı olarak İstanbul’la ilişkin nasıl?
İstanbul’u çok seviyorum. İstanbul dışında üç farklı şehirde yaşadım, birbirine çok benzeyen Avrupa şehirleri aslında. Klişe olacak ama burası gerçekten başka. Üç büyük medeniyet yaşamış, buranın tarihi bambaşka. Ama biz bu tarihi ne kadar muhafaza ediyoruz, o bambaşka bir konu. Avrupa’daki şehirlerin farkındalığı ve disiplini ile karşılaştıramıyoruz maalesef. Fakat buradaki potansiyel de beni hep çok tetikledi. Paris’le olan ilişkime rağmen buraya geri dönmek istedim hep. Burada aramak istediğim hikayeler ve beni tetikleyen şeyler var.
Artlocalist cafe’miz Balat’ta, senin Balat’la olan ilişkin hakkında da bir şeyler öğrenebilir miyiz?
Balat, Perşembe pazarı gibi gitgide daha alternatif bir alana döndü. Alternatif alanlara ihtiyacımız var. Tiyatrolar, cafeler, sergi alanları… Çok daha keşfetmeyi umut ettiğim bir yer açıkçası.
Güncel projelerin neler, yeni sergilerin olacak mı, sanatseverler seni nerelerden takip etsinler?
Şu an üretim sürecindeyim. 2024 çok yoğun geçti. Fuarlar (Artweeks Istanbul X), sergiler oldu, yarışma sergiler oldu (41. Akbank Günümüz Sanatçıları Ödülü Sergisi, Mamut Art Project) buralarda iki tane yarışmaya katıldım, orada da sergileme fırsatım oldu işlerimi. Brüksel’de Varia Tiyatrosunda dünya Prömiyerini yapan Belle Dame tiyatro oyununun dekor kostümünü yaptım. Tükettim, şimdi kapanıp üretme zamanındayım. Nisan 2025’te planlanan uzun metraj bir sinema filmi var Ekin Demirhanoğlu’nun. Şubat gibi ona çalışmaya başlayacağım. Beni Defne Parman ismiyle sosyal medyadan (instagram) veya web sitemden (defneparman.com) takip edebilirler.
Teşekkür ederiz.
Röportaj: Melis Zararsız