Kültür & SanatSöyleşi

Işığının Peşinde : Oylum Öktem ile Söyleşi

Sanatçı Oylum Öktem’in aile arşivinden hatıratlar ile hazırladığı “Cumhuriyetin Sanatçı Ailesi; Işık Senfonisi” ve beşinci kişisel sergisi “Bir Çağın Kapanışı; Yeniden Doğuş” sergileri 23 Ekim 2024’te Yapı Kredi Bomontiada’da sanatseverlerle buluştu. Oylum Öktem’in sergi ile aynı adı taşıyan kitabının lansmanı dolayısıyla 20 Kasım’da Artlocalist ekibi olarak biz de Yapı Kredi Bomontiada’daydık ve sergileri gezdikten, kitabı inceledikten sonra sanatçı Oylum Öktem’e biz de kendi sorularımızı yönelttik.

Bugün Yapı Kredi Bomontiada’dayız, sanatçı Oylum Öktem ile birlikteyiz. Oylum bize vakit ayırdığın için teşekkür ederiz. Seninle ve işlerinle henüz tanışmamış olanlar için kısaca önce kendinden bahseder misin, kimdir Oylum Öktem?

Oylum Öktem, doğmadan önce sanatla olan bağı ailesinden her bir birey ile başlamış, doğduğu andan itibaren de o atölyelerin içinde büyümüş, bunun sonucu olarak da sanatçı olacağını neredeyse başından bilen ve güzel sanatlar yüksek lisans, doktora, akademik yolculuk şeklinde eğitimlerini tamamlamış, yanısıra işin tarihsel bağlamı, akademik bağlamı, üretim olarak önceliği aslında heykel olan ama sanatın diğer disiplinlerini de işin içine alan; fotoğraf, video – gereği olduğu süreçte bunları da katan, yaradandan ötürü olan yaratıcı dünyanın bütününe bakan yazıya, söze de bakan bir kimlik,

Belki ülkemizde ürettikleriyle, heykel alanında başarılarıyla öne çıkan isimler olarak rahmetli babacığın Tankut Öktem ve rahmetli dayıcığın Haluk Tezonar biliniyor ama Cumhuriyetin Sanatçı Ailesi “Işık Senfonisi” serginle ve aynı adı taşıyan kitabınla aslında tek tek her bireyi sanatçı bir aileye doğmuş olduğunu paylaşıyorsun tüm sanatseverlerle. Müthiş kapsamlı bir arşivden sözediyoruz burada, heykeller, tablolar, fotoğraflar, eskizler, hatta sesler… Aile arşivinden Cumhuriyet serüvenine bakma fikri nasıl gelişti ve bu arşivi toplamak, bu şekilde hazırlamak nasıl bir süreçti bize anlatır mısın?

100 yılı aşkın bir zaman 5 kuşakta, her kuşakta bir kişinin ilgisiyle bugüne, bana ve geleceğe ulaşmış eşsiz bir arşivden bahsediyoruz, tam da söylediğiniz gibi. Edebiyata, sanata, kültüre, resme, şiire, eğitime, heykele, söze çok yüksek manalara ve bugün unutageldiğimiz değerler bağlamında baktığımızda, arşivi okuduğum ve ilmek ilmek dokuduğum zamanlar içinde bu değerlerin mutlak değerler olduğunu ve çağlar boyu sonsuza atfedildiğini anladım. İnsanoğlu varoldukça biz bu değerlere ihtiyaç duyacağız, evrensel olarak bizim tutunduğumuz en yüksek dal, evrensel bir plan içerisinde… Bu sanatçılar sadece sanatçı olsalardı, ya da sadece elime bu arşiv ulaşmış olsaydı bu sergiyi yine de açmayabilirdim. Onların varoluşlarındaki yüksekliğin rehberlik boyutunun büyük öğretisinin üzerime yağdığı zaman irkilmem ve idrakla bunun önemini farketmemle başladı.

Katıldığımız söyleşide bu kitap basıldıktan sonra eline çok başka arşivlerin de geçtiğinden bahsettin. Bu serginin ve kitabın devamı gelecek mi, şimdiden bununla ilgili netleşmiş bir proje var mı?

Kitaplar da sergiler de okuyucu da, bir manada, yaşıyor. Sergiyi açıyorsunuz, durağan olmuyor, içindeki manalar izleyicinin sorularıyla gelişiyor, özellikle çocukların soruları inanılmaz besliyor beni ve yeniden düşünmeme sebep oluyor.  Bir kitabı bir yaşınızda okursunuz, sonra bir daha okursunuz ve artık o aynı kitap değildir. Kitapların ruhu vardır. Bu kitaptan sonra iki arşiv daha çıkageldi. Bu kitap bir daha olmaz ama bu kitaptan ayrı, eminim ilerde bambaşka bir altyapıyla başka bir kaideye oturur, işin başka bir yönünü daha açığa çıkarır, keza Tankut Öktem aramızdan ayrıldıktan sonra yazdığım beş kitap benim yolculuğumda geldiğim mertebelerin nehir akışıdır. Dolayısıyla bugün düşünsel alanımda o da bir yere varacaktır, o ışığı görmeye başladım. Ama bu kitaptan bağımsız, bambaşka bir şey olur o.

Gemlik’te yer alan Tankut Öktem Müze Evi’nden de belki bahsetmemiz güzel olur ama hazır müze demişken şunu da sormuş olayım, söyleşide çok kıymetli bir yazar da aramızdaydı: Feridun Andaç ve sayın Andaç bu arşive ait bir müze oluşturulmalı ve bu da benzer kültür mirasları için bir örnek oluşturmalı dedi. Sen bu konuda ne düşünüyorsun?

Tankut Öktem neden Gemlik Mudanya Körfezinde sanatını başlattı, oradan başlayalım. O doğada yetişmiş, doğanın parçası olmuş bir çocuktu, ilk heykelleri çok erken yaşında çıkmıştır ortaya, altı yaşında balın mumundan yaptığı heykelleri var. Yeryüzü mecrasıyla açıklanabilir şeyler değil bunlar, o heykel yapmaya gelmişti buraya. O ormanı babasının görmesi, senin gibi bir çocuk ancak burada yapabilir demesiyle başlayan bu serüven, ilk Bauhaus üslubundaki atölye evi, bugün Tankut Öktem Müze Evi. Biz bu müzeyi evrensel planda büyütme projemizi başlattık ama bunların sürdürülebilir olması için yanınızda buna inanan birtakım dosyaların da olması gerekiyor. Tankut Öktem’in gerçek bir rehber öğretmen olarak anlatacaklarına hepimizin ihtiyacı var. Benim onun kaidelerinin ardına sakladım Oylum, sana güveniyorum, yolda bulacaksın onları dediği o sırlı perdenin ardından çıkanlar, bizim dönüp anlayacağımız yerden sanatı da ona yaradandan ötürü yüce ilhamla bağ kuracağımız bir mesele haline dönecek.

‘Cumhuriyetin Sanatçı Ailesi: “Işık Senfonisi’’ sergisiyle eş zamanlı açtığın beşinci kişisel serginin ismi “Bir Çağın Kapanışı; Yeniden Doğuş” Yapı Kredi bomontiada 4. Katta bulunuyor. Bu sergiye gelenler nelerle karşılaşacaklar ve aile arşivinden oluşan diğer sergiyle olan bağını da bizlerle paylaşır mısın?

Bu insanlarla birlikte 30 yıl yaşayan, 20 yıl boyunca da arşivlerin izini süren bir ben var benden içeri. Buna aşkındalık duyan, bu proje sadece müze de değil, bundan sonra eğer buralardaysam, yazdığım kitapları önemsiyorum ama önemli olan bu sürecin içinde Oylum bu meseleden ne anladı’nın dışavurumuydu benim de kendi varoluşumdan sunduğum. Sonuçta ben onların çocukları, torunları, torun çocukları olabilirim ama günün sonunda ben de nev-i şahsına münhasır bir karakterim. Yukardaki sergide anlatmak istediğim şu; şu an bulunduğumuz bu temel galeride aslında kaideyi kuruyorum, yukarda ise bunu anladıktan sonra insan denen varlığın yontu sanatıyla hakikat sanatı arasındaki anahtarların şifrelerini olabildiğince anlatmaya çalışıyorum.

İstanbul’la şehirle kurduğun bağdan biraz bahseder misin? Bu şehirde nefes alırken seni ve sanatını neler besliyor? Artlocalist kafemiz Balat’ta. Balat sana nasıl hissettiren bir yer, sende nasıl hisler yaratır Balat?

Yedi kuşak İstanbul’lu bir ailenin çocuğuyum. İkinci kişisel sergim Fasl-ı Özgürlük Çingeneler’de Sulukule, Tarlabaşı aksını yapmışım. 2013-2016 aksında Bir Kent Meselesi: Derin Deliler dediğim yerden kent kaosu içindeki o sosyolojik imgelemi, özgür bırakma yolculuğuna çıkıp İstanbul Mimarlar odasında sergi açtım.  Meselem buralar zaten, ben bir modern seyyahım aslında. Sergi kitabımın yarısında da bunu yazdım: Oylumlu yol bir yoldur ve İstanbul gibi kadim bir şehri baz alır. Oradaki manaları baz alır. Doktoram sürecinde Orta Asya – Viyana aksında anadoluyu anlamaya öykünen bir süreçti bu. Doktora’nın 350 sayfası genel yapısıdır, 750 sayfası ektir. Tarihsel katmanların alt alta yapısını örerken kenti anlamak. Ben şehri bir rehber gibi gezerim ve bu şehri gezmeyi ben çok severim. Ne yazık ki şehrin genel yapısı içinde kaybedegeldiğimiz kültürel yapılar ve değerler boşluğu sürecinden geçiyoruz. Ama mutlak olan değer çağlar boyu sürecektir, o bütün ölümlülerden sonra kalacak olan İstanbul şehridir, İstanbul onbinlerce yıldır buradaydı, kimleri misafir etti, mezarlar kimlerle dolu. Hiç kimsenin kalıcı olmayacağı, ama herkesin bir hoş sada bırakacağına inandığımız bir şehirdir. İstanbul dünyanın orta yeridir. Balat da bunun içinde oradaki büyük okuluyla, kilisesi, camisiyle, kültür katmanlarının bir araya geldiği dünyada belki de eşi benzeri zor bulunacak bir semt Balat. Fener’i Balat’ı çokça gezmişim, yurtdışından ziyaretçilerimi oralarda gezdirmişimdir. Semtin getirdiği, gençlerin oraya gitmesi, tasarım dünyasının orada buluşması, şehrin kendi içindeki ironik tarafının, Fatih’in katmanlarının, kendi içinde hem geriliminin hem bir araya gelişinin bir öyküsü var ve bunu orayı gezen herkes mutlaka hisseder.

Bu sergileri ne zamana kadar gelip görebilir sanatseverler ve bu sergi sona erdikten sonra senin yeni projelerin, yeni meşguliyetlerin neler üzerine olacak?

Bu sergi 30 Kasım’a kadar açık olacak. Bir buçuk ay kadar burada kalmış olacak. Bundan sonraki süreç kendi kişisel projelerim, sergilerim olacak. Aslında 4 yaşımdan beri bildiğim bir projem var, bütün amacım oraya varmak ama bu merdivenlerden çıkmam gerekiyordu. Ben aslında yapı olarak çok sabırlı biri değildim ama sabrın manasını, dem meselesini anlayınca, benim için sabır bir taştan çok bir nehir akışı oldu, orada o anlam beni bu yolculukları yaparken oraya varabilmenin yüksekliğinde kapı aralıklarından süzülen ışığı görebilmeme sebep oldu. Bunlar tekil tekil ama hiçbiri küçük işler olmadan devam edecekler. Kendinize bir yük, bir zorluk atfettiniz mi diye çok soruldu bana bu sergi için. Sanırım içerdeki sanatçıların göklere armağan ettikleri eserlerin sürecini gördüğüm için, çaba, mücadele, zor kelimelerini hiçbir zaman sevmedim.

Eklemek istediğin bir şey var mı?

Mustafa Kemal Atatürk’ün bir yazısıyla giriyoruz sergiye. Çok beylik bir cümle olan ve hepimizin aşina olduğu “sanatsız kalan bir milletin nasıl eksik kalacağını” anlatan o cümle, aslında 3 sayfalık bir yazı ve o da ders dolu. Girişte de Atatürk diyor ki özetle, savaştık, gaflete düştük, bunu kafi sandık, ama siyasamızın açık bir tek dileği vardı; erdemli, kudretli, ahlaklı, sanattan ve bilimden yükselmiş bir nesil yaratmak, sanırım en büyük varacağımız yer bu sergiden çıkarken gördüğünüz Tankut Öktem imzalı Meçhul Öğretmen anıtıdır, bu anıtta o ışık silüetine çiçek veren kızın ben olmam dolayısıyla, meseleyi oradan anlamak… Yine Haluk Tezonar’ın Beethoven’larla açageldiği o sergileri, o eşsiz heykelleri yanısıra, bu insanlar 40 yıl önce bugünü işaret ederek söylüyorlar, diyor ki, her nerede aç bir çocuk varsa, savaşta ölen bir çocuk varsa çağrı bütün içindir, benim heykellerim bunun içindir. Bedia Hanımı da önceleyelim burada, o bu ailenin kök kadını, kök hafızası, babası Niyazi bey, Cumhuriyet mücadelesinde kurucu hafızada yer almış, köy enstitüleri, halk evleri için bu kültür sanatın gelişimi için büyük hizmetler vermiş, bunu sevgiyle yapmış insanlar, bunları unutamayız. Bu hafızadır ve benim amacım bu hafızayı yeniden hatırlamaya öykünmektir.

Teşekkür ederiz.

Her iki sergi de 30 Kasım’a kadar Yapıkredi Bomontiada’da sizlerle.


Röportaj: Melis Zararsız

Bir yorum gönderin

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir