Renksiz Duvarlara Aykırı Boyalar: Graffiti Sanatına Dair
Grafitti sanatı ile ilgili konuşmaya başlamadan önce modern hayatın üzerimizdeki ilk yansımaları üzerine durmakta fayda var. İnsanlar olarak şehirleşmeyle beraber doğayla olan bağımızı biraz kaybettik. Gri, sıkıcı, düzensiz binalar, ağaçsız sokaklar ve renklerden, yaratıcı duygulardan uzak şehir hayatı, hepimizin üzerinde ne yazık ki depresif bir hava yarattı.
İşte tam da bu depresif hava ve tekdüze manzaralar, bazı yaratıcı karakterler için başkaldırılarını sergileyebilecekleri bir tuval olma şansına erişti.
Graffiti’nin Doğuşu ve Evrimi

Graffiti’nin tarihçesi oldukça eskidir ve antik dönemlere kadar uzanır. Romalılar döneminde, duvarlara yazı yazmak veya kazımak yaygın bir uygulamaydı. İnsanlar birçok konuda figürleri duvarlara resmediyor, hikaye ya da fikirlerini bu şekilde ölümsüzleştiriyordu.
Nitekim modern graffiti, 1960’ların sonlarına doğru ilk olarak New York’un Bronx ve Brooklyn gibi bölgelerinde, yaratıcı gençlerin kendilerini ifade etme aracı olarak ortaya çıktı. İsimler, mahlaslar (diğer bir adıyla “tag”) ve kısa mesajlar, sprey boyalar ve marker kalemlerle duvarlara, trenlere, otobüslere “kazınmaya” başlandı.
Bu dönemde graffiti, genellikle politik mesajlar veya toplumsal eleştiriler içeren basit yazılar ve sembollerden ibaretti. Öne çıkan şehirler arasında New York, Philadelphia ve San Francisco yer alıyordu.
Bu dönemde “Taki 183” mahlaslı graffiti sanatçısı, New York’un metro sistemlerinde adını duyuran ilk graffiti sanatçılarından biriydi.


Taki 183 o döneme dair hislerini bir röportajda “İsmimin duyulur olması ve aynı zamanda bundan paçayı kurtarabilecek olmam fikri çok hoşuma gitmişti. Zamanla bu fikir kanıma işledi. Graffiti yapmaya başladığımdaysa artık geri dönüşü olmayan bir yola girmiştim.” şeklinde ifade ediyor.
1980’ler ve 1990’lara doğru ise graffiti altın çağına erişti. Sanatçıların daha karmaşık ve detaylı eserler yaratmaya başlamaları ve renklerin, şekillerin ve desenlerin ustaca kullanımı, graffitinin bir sokak sanatı formu olarak kabul edilmesini sağladı.
Keith Haring ve Jean-Michel Basquiat gibi sanatçılar ise graffitiyi sanat galerilerine taşıyarak bu sanat formunu ana akım kültürün bir parçası haline getirdiler.


Mesele Sadece Duvarları Boyamak Değil: Aykırılık ve Protesto

Graffiti için sadece estetik bir ifade aracı değil, aynı zamanda toplumsal ve politik bir protesto diyebilmemiz mümkün.
Graffiti tarihi boyunca birçok graffiti sanatçısı eserlerinde sosyal adaletsizliklere, politik baskılara ve ekonomik eşitsizliklere sıkça yer vermiştir. Bu konuda akla ilk gelen isimlerden biri de şüphesiz Banksy’dir – Savaş, tüketim toplumu, gözetim toplumları gibi kavramlar Banksy’nin eserlerinin en büyük ilham kaynaklarındandır.

Graffiti, kural tanımazlığı ve aykırı doğasıyla, yerleşik düzenin karşısında duran bir sanat formudur. Çoğu zaman resmi izinler olmadan yapılan bu eserler, mülkiyet haklarını ve kamusal alanların kullanımını sorgular. Bu nedenle, graffiti sanatçıları sık sık yasal sorunlarla karşılaşır. Ancak bu zorluklar çoğu zaman sanatın özündeki aykırılığın ve isyan ruhunun daha da pekişmesine yol açar.
Burada şuna da değinmek gerek ki graffitinin doğası gereği geçici olması, ona ayrı bir anlam katıyor. Eserler zamanla silinir, yenilenir veya üzerleri kapatılır. Bu geçicilik, sanatın anlık ve özgün doğasını vurgular. Graffiti bulunduğu an ve mekânın bir yansımasıdır ve sadece o ana aittir.
Nitekim geçiciliği, kalıcılığın kaynağı haline getirebilen belki de tek sanat türü olduğunu söyleyebilmemiz mümkün.
Graffiti sanatı günümüzde hala sokaklardaki direnişine ve aykırı duruşuna devam ediyor, gitgide güçlendiği de aşikar.