Söyleşi

Ödüllü Film Evcilik 27 Aralık’ta Vizyonda, Yeni Projeler Yolda: Ümit Ünal İle Söyleşi

Bu sene Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde Artlocalist ekibi olarak biz de bulunduk ve değerli yönetmen Ümit Ünal’ın son projesi Evcilik filmini orada izleme şansımız oldu. Festival kapanışında ise Evcilik, en iyi senaryo ve en iyi erkek oyuncu (Nejat İşler) dallarında ödüllere layık görüldü. Festival sonrası Ümit Ünal ile İstanbul Büyükada’da buluştuk ve ortaya keyifli bir sohbet çıktı, iyi okumalar:

Son filminiz Evcilik, Antalya Altın Portakal Film Festivali’nden iki ödülle döndü, herşeyden önce tebrik ederiz, film ne zaman vizyona giriyor peki?

Teşekkürler, filmimizin vizyon tarihi 27 Aralık 2024 tarihine ertelendi. Bakalım vizyonda nasıl bir kaderi olacak.

İlginç bir hikayesi var Evcilik filminin, adı ve hikayesi nasıl oluştu, oradan başlayalım sohbete.

Yıllar önce aslında “Evcilik, Yolculuk” diye bir senaryo yazmıştım ama 30 sene önce. Atıf Yılmaz için yazmıştım. Fakat o senaryo çekilemedi. Milan Kundera’nın Otostop Oyunu diye bir hikayesi vardır, kısa bir hikaye, bir yolculuk sırasında kendi aralarında oyun oynamaya başlayan bir çift, oyunu çok aşırı noktalara vardırırlar ve hayatları altüst olur. O hikaye kafamda çok döndü durdu ve sonunda izlemiş olduğunuz Evcilik’in hikayesine dönüştü. İki insanın arasındaki gizli gerilimlerin sudan bir sebepten ya da oyun gibi başlayan çok basit bir şeyden aniden su yüzüne çıkması ve geri dönüşsüz biçimde hayatlarını değiştirmesi fikri çok hoşuma gidiyor. Benzer hikaye Ruben Ostlund’un “Force Majeure” filminde de vardı, bizde galiba Turist adıyla gösterilmişti, bir parça o filmden de etkilendiğim söylenebilir. Ben kapalı mekanda kısıtlı oyuncu kadrosuyla hikayeler kurmayı çok seviyorum. Gerçi bu film çok fazla kapalı mekanda çekildi denemez ama yine de sınırlı mekanlarda çekildi. Bir otel ve çevresi, deniz kıyısı, bir lokanta. Küçük bir deniz kıyısı beldesinde geçiyor. 2013’te gidip bu otelde kalmıştık ve filmde seyircilerin de göreceği gibi otelin sahibi maalesef hastaydı ve rezervasyonları iptal etmişlerdi fakat biz rezervasyonu internetten yaptırdığımız için son anda bir tek bizi almışlar dolayısıyla tek müşteri bizdik. Hikaye bununla başlıyor. Bir otelde bir çift, bir de oteli işleten bir çift var, onların arasındaki gerilim ve çatışmaları anlatıyoruz.

İlişkiler ve ilişkilerdeki çatışmalar konusu sizin için önemli diye düşünüyorum. Sofra Sırları, Aşk, Büyü vs, ve çoğu filminizde benzer temalar, farklı farklı hikayelerde öne çıkıyor. Kültürel ve sınıfsal çatışmaları da koyuyorsunuz genelde bu ilişki dinamiklerinin içine. Bunu biraz açmak ister misiniz?

En ilginç konular insan ilişkileri. Benim çok sevdiğim bir arkadaşım demişti ki, başka konu yok mu? İnsan ve hayvan, insan ve eşya, insan ve doğa ilişkileriyle ilgili film yapılamaz mı? Yapılabilir ama çok zor, iki insan arasındaki ilişki üzerine düşünmek elbette daha kolay. Çok fazla hikaye çıkıyor çünkü. Sınıfsal meseleler her zaman ilgimi çekiyor, doğru. Hemen hemen her hikayeme o açıdan bakılabilir. Bu hikayede kültürel farklar daha da kesin hatlarla çizilmiş şekilde çıkıyor. O karşıtlıklar üzerinden ilerliyor burada hikaye. Kısıtlı mekanlarda, az insanı o  dar ortama atıp oradan daha genel bir manzaraya bakmak her zaman hoşuma gitti. Dokuz filmim de öyle aslında, Ara filmim de, Nar da öyle, dediğiniz gibi Sofra Sırları ve Aşk Büyü vs… 

Sinemanızda size has dokular, türler var, kendi senaryolarınızı yazıp çekiyorsunuz, auteur sineması diyebiliriz filmografinize. Evcilik filminin başlangıcında da size has, masalsı, nerdeyse fantastik bir atmosfer var. Müzik farklı, yaşlı kadının anlattıkları ses tonu, birden ortaya çıkışı… Film daha fantastik devam edecek gibi başlıyor ama birden güzel bir geçişle günümüze dönüyor hikaye. Filmi öyle başlatmak nasıl bir karardı ve sanki siz sonuna kadar fantastik,masalsı bir film de çekermişsiniz gibi geliyor bana. Siz ne dersiniz sinemadaki bu  farklı tür oyunlarına?

Filmde Nejat İşler’in canlandırdığı Özkan karakterinin, büyük olasılıkla alzheimer hastası yaşlı bir annesi var. Onunla başlıyoruz filme ve o çok sık saçmalayan bir karakter, hayaller gören bir karakter. Otele gelenlere şeytanlar diyor, onları kovmak istiyor. Filmin başında onun konuşmalarıyla başlarsak esrarlı bir hava katar filme diye düşündüm ve öyle girdi bu filme o hikaye. Bir yandan gerilim filmlerine meraklıyım, bir sonraki filmim çok gerilimli olacak, değişik bir senaryo yazıyorum. Hamlet’ten esinlenen bir gerilim filmi yazıyorum, henüz yarısındayım. Ne zaman gerçekleşir bakalım görelim.

Heyecanla bekliyoruz. Festivalde de çok altı çizildi: Nejat İşler Evcilik filminin yapımcılarından biri, ilk kez bir filme yapımcı oluyor ve söyleşide kendisi de altını çizerek dedi ki, keşke tüm oyuncular benim gibi yapsa ve filmlere bu anlamda destek verse, filmlerin gerçekleştirilmesinin böyle çok daha avantajlı olduğunun altı çizildi. Siz bu konuda neler söylemek istersiniz?

Nejat Glasgow’a gelmişti. Biz onunla Anlat İstanbul’dan beri tanışıyoruz, birlikte çalışmıştık ve hep yeniden çalışmak istemiştim. Glasgow’da buluşalım dedik ve birşeyler içerken bana yapımcı olmak istediğinden bahsetti. Kendi oynayabileceği bağımsız filmler yapmak istediğini söyledi. Ben de tuttum Evcilik’in senaryosunu paylaştım kendisiyle, daha ilk andan tamam çekiyoruz dedi hemen. Hem önerileri oldu, hem nasıl yaparız, kimlere götürebiliriz diye düşündük beraber. O birtakım çalışmalar yaptı ve en son Skyfilms Emre Oskay projeye dahil oldu, bir ortaklık kurdular ve filmin yapımı öyle gerçekleşti. Yaratıcı biriyle çalışmanın güzelliği, bir kere işi biliyor, filmlerin, set ortamının nasıl olduğunu… Yaratıcı manada çok serbest de bıraktı beni. Her yapımcı gibi önerileri oldu tabii ve çoğunu da dinledim ama yine de beni tamamen özgür bıraktı, ona teşekkür borçluyum. Sonucu da güzel oldu diyebiliriz.

Festivallerde çoğunlukla filmleriniz yarışıyor. Geçmiş festivallerden birinde açıkça minik bir siteminiz de olmuştu, “Ödül töreni öncesi en iyi film olarak filmimin adı kulaktan kulağa yayılıyor ama ödül törenine gelince hep en fazla senaryo ödülü geliyor, buna şaşırıyorum” demiştiniz. Festivaldeki ödüllerin paylaştırılma durumuna nasıl bakıyorsunuz?

Açıkçası festival boyunca eleştirmen listelerinde, seyirci görüşlerinde hep çok cesaretlenmişimdir, en iyi film, en iyi yönetmen beklentisi olmuştur. Artık alıştım diyebilirim. Biraz da olgunlaştım, yaşım ilerledikçe, eskiden biraz daha heyecanlıydım bu konularda. Şimdi artık, jürilerde de çok bulundum, bu işin bir şans işi olduğunu düşünüyorum. Aynı jüri bir kere daha toplansa bambaşka kararlar olabilir ya da jüriden iki üç kişi değişse bambaşka kararlar olabilir, bir arkadaşım tweet atmış, zar atılsa yine bambaşka sonuçlar olabilirdi diye. Çok fazla büyütmemek lazım ödüller meselesini. Ödüller elbette insanın ve yapıtının değerini bulduğunu düşünmesi anlamında güzel ama eskisi kadar önemsemiyorum. Bu seneki festivalde diğer filmleri göremedim, geç gittim Antalya’ya, bu yarışma özelinde fazla bir şey söyleyemem ama aldığımız iki ödül de bizim için yeterli.

Zaten genelde senaryo konusunda sıkıntı yaşıyoruz Türk sinemasında. Nedense hep senaryoda eksikler, hatalar oluyor, bir türlü çözemedik bu senaryo işini. Siz ise ta Teyzem filminin senaryosundan beri hep yazdığınız senaryolarla takdir topladınız, bu da sizin için bir övünç kaynağı olsa gerek.

Evet Türkiye’de en çok bunun bahsi geçer, Türkiye’de iyi yazılmış senaryo yok denir. Bence iyi yönetmen yok. Senaryo kendi başına asla yeterli değil. Çok iyi bir metin olabilir elinizde ama sette verilen kararlar o kadar önemli ki…Çok iyi yazılmış bir diyaloğu buradan aydınlatırsanız başka bir mana çıkar, şuradan başka, hareketli kamerayla çekerseniz farklı bir mana, oyuncuyu şöyle ya da böyle yorumlatabilirsiniz ve farklı olur. Senaryo dersleri veriyorum, orada da bahsediyoruz, bir erkek bir kadına “seni seviyorum” diyor ama öyle bir ışık yapılır ki korku filmi olur, adam sapık gibi görünür, oyuncuya öyle bir yorumlatılır ki komedi filmi haline gelir. Yönetmenin kararları her şeyi belirler. Senaryo bir metin, kağıt üzerinde laflar. Onu yorumlayan yaratıcı kafa, yaratıcı bakış eksik bizde bana sorarsanız. 

Şehir yaşamına gelecek olursak. Siz Türkiye’de, İstanbul Büyükada’da yaşıyordunuz. Daha sonra Glasgow maceranız başladı, oraya yerleştiniz ve şimdi Büyükada-Glasgow arası gidip geliyorsunuz takip ettiğimiz kadarıyla. Şehirlerle ilişkileriniz nasıl, sizi nasıl besliyor, oralarda yaşamak nasıl?

Benim eski eşim İngiliz’di, çocuklarım orada yaşıyor. Öyle bir bağlantım var oralarla. Üniversiteden bir arkadaşın davetiyle de Glasgow’a gittim. Önce geçici bir şey olacak gibiydi ama pandemi yüzünden uzun zaman buraya dönemedim. Bir yapımcı ile tanıştım o esnada, bir proje geliştirmeye başladık. Benim oralarda geçen bir hikayem vardı, onu senaryoya döktüm. Screen Scotland’dan destek aldık o senaryoyla ilgili, bir geliştirme desteği. Sonra araya yapımcımın sağlık sorunları girdi, biraz uzadı iş ama orada film çekmek en büyük hayalim, oyuncuları Türk, çoğu İngilizce olacak bir film, onunla uğraşıyorum. Türkiye’de misafir yazar gibi işler yaptım bazı dizilerde, projelerde… Bir yandan online dersler veriyorum, başka projeler geliştirmeye çalışıyorum, mini dizi projem var. Glasgow çok özel bir şehir, biz çok tatlı bir mahallesinde yaşıyoruz. İskoçlar çok dost canlısı, açık insanlar. Uzaktan bakıldığında sisli, puslu, soğuk bir yer gibi görünüyor ama aslında öyle değil. Batı kıyısı, Golf akıntısı sebebiyle neredeyse ılıman bir iklim, güneşli günler çok fazla. Orada yaşamayı seviyorum. Memleketi ise tabii ki özlüyorum ve buranın da gündemİni yakından takip ederek yaşıyorum. Özellikle Büyükada’yı çok özlüyorum. Buranın sesleri, kokuları, insanları, buradaki evim. İş ve aile ziyaretleriyle sık sık geliyorum neyse ki. 

Artlocalist kafemiz Balat’ta. Sizin Balat’la ilişkiniz nasıl?

Fener Balat civarı çok hoşuma giden bölgeler, çok uzun zaman oldu gitmeyeli, oradaki dokunun çok değiştiğini canlandığını duyuyorum. 2008’de Ses diye bir film çekmiştik ve oralarda birkaç mekan kullanmıştık, o zaman da çok büyülenmiştim, nicedir gitmemişim, tekrar gelip görmek isterim. 

Kafemize de bekleriz. Bu arada sizin resim alanında da, fotoğraf alanında da yaptığınız çalışmalarınız var, sergileriniz var. Bir tanesini ziyaret etme imkanım da olmuştu.

Çocukluğumdan beri hep çizerdim, hala çiziyorum. Filmin festival afişini de ben yaptım, Aşk Büyü’nün afişini de ben yapmıştım. Resim yapıyorum, iki resim sergisi açtım İstanbul Concept Gallery’de 2016 ve 2018’de. 2019’da bir fotoğraf sergisi açtım. Cep telefonuyla çektiğim fotoğraflardan oluşan ilginç bir sergiydi ve çok da fotoğraf satıldı. Hala uğraşıyorum bunlarla. Pandemi döneminde eve kapandığımızda yaptığım “maskeler ve manzaralar” diye bir seri var, Nisan’da burada yine İstanbul Concept’te bir sergim olacak.

Son projelerinizi biraz konuşmuş olduk ama, ek olarak neler var?

Glasgow’daki proje var, kod adı Mr. Kara, ama ne zaman çekilecek bilemiyorum, bütçesi çok yüksek, hala arıyoruz. Yeni yazdığım başka bir senaryo da var. Bahsetmiştim: Hamlet’ten esinlenen, Hasret adında bir gerilim filmi. Hayaletler falan, hafif korkuya kaçan bir tür. Hangisi öne geçer bilemiyorum şimdilik.

Çok teşekkür ederiz.

Röportaj: Melis Zararsız

Bir yorum gönderin

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir